Halil Cibran çocuklarımız için şöyle demişti. “Gerçi çocuklarınızı siz getirdiniz dünyaya, fakat onlar size ait değildir. Onlar geleceğin çocuklarıdır. Ve sizler onların düşlerini rüyalarınızda bile göremezsiniz.”
Onlar kendini sonsuz şekilde ifade etmek isteyen hayatın çocuklarıdır. Bizler, anne ve babalar, sadece bunun aracıyız.
Kendini hayat için, düşleri için yeterli ve değerli görmeyen her anne ve baba, hayatı zor bela da olsa sürdürebilmenin telaşı ve yorgunluğu içinde, çocuklarını hayata hazırlarken onlara düşlemeyi unutturur.
Çünkü düşlemek, hayatın gerçekleri karşısında, sadece kendini kandırmaktır. Çocuklarımızın bu zor dünyada ayakta kalabilmeleri için, onları olabildiğince donanımlı kılmaya çalışırız. Ve verdiğimiz ilk donanım, düşlemeyi kes, hayal kurmayı kes, çünkü yaşadığın dünyada sadece o dünyanın gerçeklerine yer var mesajıdır. Ve bu mesaj, çocuk bir yetişkin oluncaya kadar, sayısız kez ve çok çeşitli bir biçimde verilir. İlk ve en önemli ders, hayal gücünü geliştirmek sakıncalıdır. Gerçeklerden uzaklaştırır.
Bu ne iyi niyetli bir çabadır aslında. Ve bu çabanın arkasındaki inanç ne kadar büyük bir yanılsamadır ve ne kadar büyük bir zarar verir aslında.
Hayal gücü, düşleme yeteneği doğuştan gelir. O çıkıp geldiğimiz kaynağın bir parçasıdır. Ve tüm zenginliğiyle, içine doğduğumuz dünyada ifade bulmak ister.
Çocuklarımızın kurduğu hayallere inanırsak, hayata inanmış oluruz. Çıkıp geldiğimiz kutsallığa inanmış oluruz.
Çocuklarımıza güvenebiliriz, çünkü henüz dünyanın kiri pasıyla ruhları örtülmemiştir ve kendi öz doğalarının ne olduğunu açıklıkla görmektedirler.
Onlar saf sevinçtirler ve doğal yaratıcılardır. Bunlar saflığını koruyan bilincin iki doğal özelliğidir. Sevinç hissinin kesintisiz akışı ve çabasızca yaratmanın özgür akışı.
Dünyayı bu iki yeteneğin ne hale getireceğini düşleyebilir misiniz?. Düşleyebilir misiniz anne ve babalar.
İnsan mutluluğu için gerekli olan tüm donanım doğarken bir armağan olarak hepimize verilir. Bu donanım, bu güzelim hayat için değerli ve yeterli olduğumuzu açıklıkla ortaya koyar.
Onlar kesintisiz bir merak duygusu, hayret duygusu içindedirler. Babasının omuzlarında gezerken bir çocuğun merak ve hayretle çevresindeki her şeye baktığını ve her şeyi içine çektiğini hiç görmediniz mi?. O saf merak, bilinmeyene duyduğu o çoşkulu merak, hepimizin doğal yeteneğidir aslında. Çocuklarımıza bakarsak neleri kaybettiğimizi o kadar iyi görebiliriz ki.
Örneğin nedensiz sevinç duyma. Oynamak için, eylenmek için bir nedene ihtiyaç duymama. Gülmek, tüm kalbiyle gülmek. Ve hislerini asla örtmemek. Duygularını geldiği gibi yaşamak. Ne ise o olarak var olmak. Başka türlüsünü bilmemek. Bütün bunlar aslında her bir insanın doğal yeteneğidir, sonradan ona unutturulan.
Çocuklarımız, bizden sadece sevgi, kesintisiz sevgi isterler. Çünkü çıkıp geldikleri anayurtlarında sevgi her yerdedir, kesintisizdir ve sonsuzdur. Her hücreyi besler, doygun kılar. Ana yurdumuzda sevginin yarattığı birlik ve bütünlük duygusu eşsizdir. Çocuklarımız sevilmemenin ne demek olduğunu bilmez. Ya da ona ara vermenin. Kesintili bir süreçle gelişen sevginin ne olduğunu bilmez. Sevgisizliği hissettiğinde korkar. Kendini sonsuzluğun içinde yalnız hisseder. Ayrılık duygusu en büyük korku nedenidir.
Çocuklarımız başka bir şey bilmediklari için kesintisiz sevgi isterler. Anne ve babalarının onları kesintisiz olarak sevdiğinden emin olmak isterler. Yoksa korkarlar. Çünkü içine geldikleri yeni dünya onlar için tamamen bir gizemdir. Ve onu merakla keşfedebilmesi için en derin ihtiyacı olan kesintisiz sevginin orada olması gerekir.
Yoksa kendini güvende hissetmez. Anne ve baba, çocuklarına içine doğduğu bu yeni çevrede güvende oldukları hissini vermelidir. Tümüyle güvenli bir çevrede yaşadıklarını bilmelerini sağlamak anne ve babanın ikinci büyük görevidir.
İnsanlık tarihinde neler olduğu ve günümüz dünyasında nelerin geçer akçe olduğu konuları çocuk için hiçbir şey ifade etmez. İnsan toplumunun, yaşadıkları zamanla ilgili yorumunu çocuğuyla paylaşmasını anlayabiliriz. Fakat bu ne zaman olmalıdır?
Elbette bir yetişkin olduğunda. Buna karşın anne ve babalar, çocuklarının entelektüel lisanı çözmeye başladığını görmekle birlikte, onlarla, kendi gündelik gerçeklerinde yaşadıkları onlarca ayrıntıyı, onlarca yargıyı, düşünce şeklini paylaşmaya başladıklarını görürüz. Onlara göre eğitim başlamıştır ve çocukları nasıl bir dünyada yaşadığını bilmek zorundadır. Ne kadar çabuk öğrenirlerse o kadar iyi olacaktır.
Bu yaşlar günümüzde artık dört beş yaşlarıyla başlamaktadır. Bu yaşlarda çocuklarını her konuda konuşur ve soru sorar halde bulan ebeveynler onlara dünyada işleyen bazı kurallardan bahsetmek zamanının geldiğine hükmederler. Aslında bunu pedagojik bir zorunlulukla değil, gündelik hayatlarına düzen kazandırmak için, çocuklarının da bu oyuna gönüllü olarak ve bir an evvel katılmasını istedikleri için yaparlar.
Örneğin baba işe gitmektedir. Ve çocuk onunla yeterince oynamak imkanı bulamamaktadır. Çocuk, babanın işe gitmemesini ister. Baba ona ama buna zorunluyum, birinin para kazanması gerekir. Bu yiyecekleri alabilmemiz ve evin kirasını ödeyebilmemiz için para kazanmam gerekir der. Ve çocuk ilk defa olarak yaşamak için lazım olan kaynakları elde etmek için bir bedel ödenmesi gerektiğine hükmeder. Bedeli babasıyla yeterince birlikte olamamaktır.
Başka bir zaman, çocuk çok beyendiği bir şeyi ister. Ebeveyn onu alacak parasal güçlerinin olmadığını söyler. Bunun için yeterince zengin değillerdir. Ve çocuk anne ve babasının onun düşlerini gerçekleştirmek için yeterince zengin olmadığını anlar.
Bu, güvensizliğin ilk tohumlarının ekilmeye başlamasıdır. Çocuk, anne ve babasının düşleri için yeterli olmadığını anladığında korkmaya başalr, çünkü onlar yeterli değildir. Var olmak ve mutlu olmak için çabalamak zorundadırlar. Ve yine de istediği her şeyin olması imkansızdır.
Başka bir zaman, anne ya da baba , çocuğa yeterince çalışkan yeterince temiz yeterince sorumlu olmadığını söylemeye başlar. Kurallara yeterince uymamaktadır. Ve çocuk hemen anne ve babasının onu koşulsuzca sevmediğini anlar. Bazı koşulları vardır ve bunları istedikleri gibi yerine getirmezsem beni sevmeyeceklerdir. Bu çocuk için tam bir şoktur. Sevginin bir ödül haline gelmeye başlaması ve koşullara tabi olmasıdır. Benim çalışkan kızım benim temiz oğlum, benim terbiyeli oğlum, benim güzel kızım, vb. takıların sevgi titreşimine bindirilmeye başlamasıyla, çocuk sevgiyi yaratan koşulları öğrenmeye başlar. Ve onları yerine getirdiği sürece sevileceğine, getiremediği sürece de sevilmeyeceğine hükmeder. Sevgi karşılığını ödediğinde elde edebileceği bir ödüle dönüşür.
Bu hükümler tüm hayata yansır, ve bireyin tüm yetişkinlik dönemini doğrudan belirler.
Sonunda olan şey, olduğun haliyle sevilmeye layık olmadığındır. Diğerlerini memnun etmek için çaba göstermen gerekir.
Tabi anne ve baba bu koşulları dayatırken, tüm bunların onun iyiliği için olduğunu söyleyip durmaktadırlar. Ve bunun değerini çok ileride anlayacağını söylemektedirler. Fakat o henüz ardışık bir zamanı bile algılayamayan bir çocuktur. Onun için ilerisi sadece ondan sonraki düşüdür, ona sevinç mutluluk verecek olan.
Anne ve babaların, ne yapalım daha iyisi ne? Bize kendimizi kötü hissettirmeyi başardın, dediklerini duyar gibiyim. Bazı anne ve babalar da, hala doğrusunun bu olduğunu söyleyerek kulağımı çınlatıyorlar.Hayatın pratiğinin çok zalim olabileceğini, ve hayatı kontrole almanın, bu bıçak sırtı dünyada öncelikli bir hedef olduğunu, ve bugünkü ebeveyn çocuk ilişkileri mükemmel olmasa da, olabileceğin en iyisinin bu olduğunu, söylediklerini duyar gibiyim.
Daha iyisinin ne olduğunu konuşalım biraz da. Hepsi güvenmekle ilgili olacak. Yazının başlığının “ Çocuklarımıza güvenebiliriz.” olduğunu hatırlatmak isterim.
Onlara nasıl güvenebiliriz? Kendi yollarını bulacaklarına nasıl güvenebiliriz? Onlara mükemmel anne ve babalar olmak ne demektir? Bir aile olmak ne demektir? Bir ailenin üretken bir aile olması ne anlama gelir? Gelin biraz bunlardan söz edelim. Ama sıkı durun pek hoşunuza gitmeyecek.
Anne ve babalar neden çocuk sahibi olurlar? Genellikle zamanının geldiğine inandıkları için. Bir aile kurmaları ve çocuk yapmaları gerekmektedir. Çünkü insanlık toplumu böyle yaşamaktadır. Kısaca bir çocuk dünyaya genellikle toplumsal bir zorunlulukla gelir. Yeni bir aile kurmak ve toplumsal insanı yaratmaya devam etmek. Aslında gerçekten üreten ve yaratan bir ilişkiyi, çocuk yapmak da buna dahil, kurabildiklerine dair herhangi bir emare yokken, aile kuran çiftlerin çoğu, evlenmeye karar verdiklerinde, bunu birkaç nedene dayandırırlar. Bunlardan biri, zamanı iyi değerlendirmektir. Mümkün olan en iyi evliliği zaman değişkenine bağlı olarak yapmak gerekmektedir. İkincisi, aile kurmanın ekonomik temelleridir. Çiftler hayatı birlikte götürecek bir ekonomik üretkenliğe sahip midirler? Buna bakarak birbirlerini seçerler. Ve üçüncüsü, cinsel olarak çekiliyor muyum? Onunla seks yapmak bana iyi geliyor mu? Tekrar tekrar seks yapmaya dayanabilir miyim?. Çünkü bu uzun bir maratondur. Ve bu kurumun tek dayanağı cinsel sadakattir. Bu soruya da evet cevabını verdiğimizde, evlenmek için asgari müşterekler yaratılmış olur. Bireyler aşık olmaktan da söz ederler. Birbirleriyle daha derin bir yerden bağlantı içinde olduklarını ve birbirlerine dönük yoğun bir tutkuyu barındırdıklarını söylerler. Evet bu da evlilik nedenlerinden biridir ve fakat boşanma istatistiklerinde bu kategori en önce gelmektedir. Çünkü bu zamana dayanıklı gibi görünen tutkunun zamana en az dayanan şey olduğu gün gibi ortadadır. Bu yüzden akıllı çiftler, aşkla birlikte süredürebilir bir cinsel hayat, sürdürebilir bir ekonomi, çocuk sahibi olmak istediklerinde ona bakabilecekleri ek ekonomik kaynakları yaratabilme yeteneği, tüm bunları ararlar. Aradıkları ebeveynlerinden gördüklerinin çağlarına uyarlanmış bir versiyonudur.
Olan şey özetle, birbirlerine korku ve umudla yapışmış, düşkünlüklerinden bağlanmış çiftlerin varlığıdır. Eğer enerji tamlıklarını kazanabilmiş olsalardı çiftlerin ne kadarının yollarını ayıracağını hayal bile edemezsiniz. Çiftlerin çoğunu bir arada tutan, sadece, özgür olmanın ne demek olduğunu bilmemeleridir.
Bu ruh halleri içinde yapılmış seksler keçi boynuzu tadındadır ve bir süre sonra tavsar, tüm tutku kaybolur ve ucuz bir parodiye dönüşür, dışarıdan bakan gözler için.
Hangi seksten hamile kaldığını bile bilmeyen kadınlar, sadece hamile kaldıkları için doğurmaya karar verirler. Ve asla hamileliği yaratan seksin ne kadar önemli olduğunu bilmeden. Halbuki o seksteki tutku, aşk ve vereceği esenliğin tamamı enerjisel olarak döllenecektir ve doğacak çocuğun temel enerjisini yaratacaktır.
Bu bilinmediği için çağımızda doğan çocukların çoğu ne yazık ki, bariz bir enerji eksiği ile doğuyorlar.
Bir kadının rahmi vardır. Ve kutsal olan ona yaratama yeteneğini vermiş. Kadın, rahminin yaratma gücünü, bu kutsallığa yakışır bir biçimde kullanamamaktadır. Çünkü enerjisi dengeli değildir. Ve kadının ilk işi kendi enerji eksiğini tamamlaması ve dengeye gelmesidir. Unutmayalım ki dengeli bir erkeği de bir kadın doğurur. Tabi ki o kadının rahminden çıkan erkeğin enerjisi, o kadının eksiğini doğrudan taşıyacaktır.
İlk önerim, çocuk yapmak istediğinizde onu yaratacak seks eylemini kutsallaştırın. Ona tüm tutkunuzu, tüm aşkınızı, tüm esenliğinizi verin. Ona hayata başlayabilmesi için doğru enerji dengesini ve tamlığını verin!
Fakat bunu yapmazsınız. Çünkü sizin için önemli olan çocuğun esenliği değildir. Gerçi buna yeminler edersiniz, öyledir dersiniz. Fakat pratikte kadınların çocuklarına bir ömür boyu bağlanmaları, onlarla anne ve çocuk ilişkisini, ömrü süresince bitirmemesini nasıl açıklarsınız? Sağlıklı bir enerji dengesi olan kadın, çocuğunu bir yetişkin yaptığında ondan özgürleşir ve onu da kendinden özgürleştirir.
Bakalım dünyanın haline. Çocuklarımız daha sanraki nesiller için bizim kalıtımızdır. Devamlılığımızı simgelerler. Sosyal statümüzü yaratırlar ve bize bir kimlik verirler. Aynı zamanda gelecek için endişelerimize karşı bir yatırımdırlar. Ne kadar sözünü bile etmesek de, verdiğimiz tüm hayat için, emeklerimiz için onları maddi ve manevi baskılar altında tutarız. Çocukların çoğunda olan pataloji, anne ve babaları için yeterince iyi olamamaktır. Çünkü yapılan onca fedakarlık altında çocuk ezilmiştir ve tüm motivasyonu kendi kişisel geleceğinden, anne ve babası için gurur verici bir kişiye dönüşmeye evrilmiştir. Asıl dramatik olan anne ve babanın tam da bunu istiyor oluşudur.
Ve elbette bu çoğumuz için bu normal görünüyor. Sonunda biz onların iyiliği için bunu istiyoruz değil mi? Kendimiz için değil. Bu toptan bir yalandır. Ve ebeveynler kendilerine yalan söylediklerini, bunun tümüyle kendileriyle ilgili olduğunu, ve çocuklarında yaşamak istediklerini, onlarla birlikte yaşlanmak istediklerini, onlardan uzaklaşmak istemediklerini, onların mürüvetini görmek istediklerini, ve evlatlarının bunları kendilerine borçlu olduğunu düşünürler. Ve çocukları, özgürleşip kendi yollarına gitmelerine izin veremeyecekleri kadar büyük bir yatırımdır.
İkinci olarak söylemek istediğim, gerçekten bir varlık yarattıysanız, ona yetişkin olana kadar eşlik etme üzere oradasınız. Daha sonra anne ve baba kimliğinizi sonlandırmalı ve hayat izin verirse harika dostlara dönüşmelisiniz.
Anne ve babalar her zaman çocuklarından daha iyisini bildiklerini zannederler. Bu zan kocaman bir yalandır. Genellikle tam tersidir. Sonraki nesiller her zaman kendi ebeveynlerini sollarlar. Ve hayat da böyle ileri gider zaten.
Çocuklarınıza söylediğiniz en büyük yalanlardan biri, benim tecrübelerimden istifade et ve benim kadar acı çekme yalanıdır. Çocuklarınızın hayatı birinci elden deneyimlemesinden ve kendi yanlışlarını yaparak, ki onlar yanlış değildir, hayatı ve yolculuğu keşfetmesinden daha önemli hiçbir şey yokken, çocuklarınızın hayatındaki tüm düşleri, garantili bir işe, bir ssk kartına, ve ömrün sonundaki bir emeklilik maaşına indirgemek zalimliğini yaparsınız.
Bütün bunları yaparken tümüyle iyi niyetlerle dopdolusunuz. Ve cehenneme giden yolun taşları iyi niyetlerle döşenmiştir.
Çocuklarınıza olan borcunuz, onların size ait olmadığını, onların hayatın çocukları olduğunu keşfetmenizdir. Ve bunu keşfederseniz, çocuklarınız size harika bir hediye verirler. Siz de hayatın ifadesinin mükemmel örneklerisiniz. Ve bunu unuttunuz. Düşlemeyi, gizemi, ölümü ve hayatı doğrudan yaşamayı unuttunuz. Korkmayı ve umud etmeyi ama asla yeni ve gerçek bir seçim yapmamayı öğrendiniz. Ve bunu gerçeğiniz yaptınız.
Bu dünyaya gelirken hepimiz anne ve babamızın enerjisel kalıtını ve sonra da insan toplumunun yükünü üstleniriz. Var olan her şey kendini devam etttirmek eğilimindedir.
Her doğan çocuk bir isyan bayrağıdır. Ve onun bir yetişkin olması, aslında teslim alınmasıdır. Ve otoriteye boyun eğmesinin sağlanması.
Üçüncü olarak söylemek istediğim şey, çocuklarınızın hiçbir otoriteye; dinsel, etnik, ideolojik, geleneksel, bilimsel, hiçbir otoriteye boyun eğmeden var olmalarını isteyin. Bunun vasatını yaratın. Doğrudan deneyimlemedikleri hiçbir konuda bir yargıya varmamaları için onları yüreklendirin.
Realitelerini kendi doğrudan deneyimleriyle yaratmaları için onları yüreklendirin. Hayatın gizemini tek başına hissedebileceklerini ve ona dair istedikleri anlamı üreteceklerini ve bunun doğru olacağını onlara söyleyin. Daha iyisi öyle yaşayın, bunu örnekleyerek gösterin.
Doğrudan deneyimle öğrenilmiş hayat, birinci elden deneyimlenmiş dünya gerçek bir yer haline gelir. Bunu kendinize ve çocuklarınıza armağan edin. Çocuklarınıza verebileceğiniz en büyük mirasın bu olduğunu aklınızdan bir an bile çıkarmayın ve bu miras ancak hayatı birinci elden deneyimleyenlerin aktarabilecekleri bir mirastır. Hayatınıza bakın inandığınız şeylere bakın. Onların hangisini doğrudan deneyimle biliyorsunuz? Ve hangilerine toplumsal var oluşun içinde sana öyle anlatıdığı için ve çevrendeki diğer deneyim akışı bunu sana kanıtladığı için inandın.
Çocuklarınıza az televizyon seyrettirin ve çok seçici olun.
Çocuklarınıza çok az bilgisayar oyunu oynatın ve çok seçici olun.
Çocuklarınızı dış uyaranlardan elinizden geldiğince koruyun ve onların maymun iştahlılığını tahrik edecek süreçlere karşı zayıf düşmeyin dayanıklı olun. Uyanık olun. Yeterli olanla maymun iştahlılık arasındaki dengeyi katı bir ilkelilikle koruyun. Bir defadan bir şey olmaz masalına kanmayın.
Çocuklarınızın enerji manüpilasyonu ustaları olduklarını unutmayın. Onlar henüz zihnin kontrolüne girmedikleri için enerjinin apartılması yolları konusunda doğal iz sürücülerdir ve bunu bilinçsizce kullanırlar. Enerji kaybetmemek için, durumu kurtarmak için, biraz rahat nefes almak için, karşılığında bir şey almak için, onlara ihtiyaçları olmayan şeyleri almayı sürdürürseniz, ya da tavizler verirseniz, çıkmaz sokağa girdiniz demektir.
Çocuklarınızı sık sık doğaya götürün. Onların ve hepimizin asıl yurdu doğanın içidir. Orada geçirdikleri zamanlar evde oyuncak odasında ya da bilgisayar başında geçirdikleri zamanlardan o kadar üstündür ki, hayal bile edemezsiniz bunu.
Oyuncakları, çok ölçülü satın almalı ve mutlaka yaratıcı imajinasyonlarını geliştirecek oyuncuklardan seçmelisiniz. Buradaki başarınızı çocuğun o oyuncaktan sıkılma süresi belirleyecektir. Eğer evde oyuncak tepeleri oluşmaya başlamışsa bilin ki, bir yerde yanlış yapmaya başladınız.
Bu belki de kendi ebeveynlerinizin sizde bıraktığı yoksunluğa bir tepkidir. Ve siz kendi doğrunuzu abartarak aslında anne ve babanızdan intikam almaktasınız. Ve çocuğa ihtiyacı olmayan bir çok şeyi almak, sevginizi ifade etmenin yoluymuş gibi gözükebilir. Bilin ki, çocuğunuza büyük zarar veriyorsunuz. Çocuğunuza bolluk bilinci vermek istiyorsanız yeterinceyi öğetin. Yeterince hep değişir ama yeterince kavramının içi hiç değişmez. Düşleri için yeterinceye sahip olmaktan başka bir şey öğretmeyin çocuğunuza. Böylelikle eşya ile ilişkisi bir düzen ve ılımlılık kazanacaktır. Ne kadar çok yetişkinin satın alma hastalığından muzdarip olduğunu, ne kadar yetişkinin dolaplarca kullanılmayı bekleyen eşyası olduğunu, ve ne kadar yetişkinin kendi eşyalarının tutsağı olduğunu hayal edebilir misiniz?
Çocuğunuz otoriteye ihtiyaç duyar. Modern anne ve babaların bir kısmı çocuklarına mutlak özgürlük tanımanın onların psikolojik gelişimi için en faydalı yol olduğunu söyleyeceklerdir. Bu kökten yanlış bir yaklaşım. Özgürlük sorumluluktur. Bu hiç değişmeyen bir prensip. Ve çocuk, bir yetişkin gibi davranmak isteyecek ve isyan bayrağını hep yukarıda tutmaya çalışacaktır. Buna karşın, gizliden gizliye anne ve babasının sevgi dolu bir otoriteyle onu yüreklendirmek için orada olduğunu bilmek isteyecektir. Çünkü o sadece bir çocuktur ve hayatın sorumluluğunu doğrudan alacak halde değildir; ne kadar onun hakkında her şeyi biliyormuş gözükürse gözüksün.
Anne ve baba, sevgi dolu ve güven verici bir son söz makamı olduğunu hissettirecek yeterliliği geliştirecektir. Anne ve baba olmak bu demektir zaten. Bunun bedeli çoğunlukla evladımızın bizi birazcık az sevmesi bazen nefret etmesi olsa bile. Sonunda, tüm duygusal gel gitlerin nihayetinde, çocuk hayattan aldığı dersleri almayı başaracaktır. İnce nokta bu otoritenin, çocuğun hayatı öğrenmek için doğrudan deneyim ihtiyacını engellemeyecek bir incelikle dizayn edilmesidir.
Çocuk kontrol edildiğini, başı boş olmadığını, onun seven ve mutlak olarak güvenen bir anne ve babasının olduğunu bilmelidir. Bunu yaratmak yolun yarısını geçmek demektir; buna karşın bunu yaratmak işin en zor kısmıdır.
Çocuk anne ve babasının ona inandığını ve güvendiğini hissetmelidir. Ve bu söylemle olmaz. Anne ve baba, çocuğuna gerçekten inanmalı ve güvenmelidir. Denilebilir ki, ya çocuk bu güveni ve yeterliliği ortaya koyamıyorsa, ya anne ve baba buna gerçekten inandıkları için değil de , bir gereklilik olduğu için yapıyorsa, ozaman işe yaramaz mı? Yaramaz! Çünkü çocuk bunu doğal yeteneğiyle hissedecektir.
O zaman çözüm nerede?. Çözüm elbette ebeveynin içsel dönüşümündedir. Bu bizi en önemli noktaya getirir? Sağlıklı nesilleri sağlıklı ebeveynler yaratırlar. Ve sağlıklı ebeveyn olmak, sağlıklı bir birey olmak ve kendi vizyonunun takip eden bir birey olmak demektir.
Eğer, evladımızda birikmiş sorunlar görüyorsak, bunun biriktiği ortam evimizdir. Ve evimizdeki tüm korkular ve umudlar, yetersizlik dramaları ve değersizlik dramalarıdır. Bütün bu dramaların tam zamanlı oynandığı bir mekanda büyüyen bir çocuğun, bu dramalardan bir kolaj yapması ve kendi dramıyla sürece eklenmesi gayet normaldir. Aslında olması gereken de budur.
Demem o ki, sorumluluk doğrudan ebeveynindir. Onlar içsel dönüşümlerini gerçekleştirmek, bireysel vizyonlarını keşfetmek için yola çıktıklarında, kendilerini gerçekleştirmenin bir parçası olarak eşleri ve çocuklarını bir meydan okuma olarak görmeye başladıklarında bir şeyler değişmeye başlar.
Çocuklar turnusol kağıdı gibidirler. Onları asla aldatamazsınız. Sevgiyi, korkuyu, yetersizliği, değersizliği, düşünce araya girmeden hissederler ve bu duygu izleri enerji alanlarına kazınır.
Bu yüzden ebeveynler harika yetişkinler yaratmak istiyorlarsa onlara mesajım şudur.
Siz birer yetişkine dönüşün ve hayatın size armağan ettiği bu varlıkları, bu kutsal hedef için bir meydan okuma olarak görün.
Çünkü kutsal Olan, bu varlıkları bize tam da bu yüzden gönderdi…
Hayatınızın sorumluluğunu doğrudan alabilmeniz için, hayatınızın anlamını doğrudan deneyimlerinizle taçlandırmaniz için, kutsal olan size evlatlarını gönderdi. Onların kıymetini bilin. Çok kıymetliler!
Onları hayata armağan ederken tüm anne ve babalık enerjinizi geri çekmeye hazırlanın. Otoritenizi emanet olarak aldığınızı unutmayın. Ondan en uygun zamanda vazgeçmelisiniz. Sınavın önemli bir bölümü bu zamanlamanın keşfedilmesidir.
Son söz olarak, temel bir enerji gerçeğine dikkat çekmek isterim. Çocuklarımız, hayatın tüm gelgitlerini bizim gibi yaşayacaklar. Hayatı onlardan alamayız. Kendilerine uygun bir maliyetler öğrenecekler. Bunu onlardan alamayız. Hayata güvenmeliyiz ve evlatlarımıza güvenmeliiyiz. Onları dünyaya gönderen kutsalın ne yaptığını bildiğine güvenmeliyiz.
Çocuklarımızı inciten şey, onlara kızmamız, gücenmemiz, bazen hiddet göstermemiz bazen de küçük düşmemiz değildir. Bunların hiçbiri değildir.
Çocuklarımızı inciten şey sabahtan akşama kadar onlara neyin doğru neyin yanlış olduğuna dair sonu gelmez nutuklar atıyor olmamızdır. Çocuklarımızı kendi dünya yorumumuzla kirletmekten daha fazla inciten bir şey yoktur.
Gelin bu yazıyı bir ödevle bitirelim. Çocuğunuzla bir hafta süreyle “yapma” kelimesini kullanmadan ilişki kurmayı deneyin. Bu kelimenin yerine demek istediğinizi olumlu cümlelerle ifade etmeye çalışın. Neyi yapmaması gerektiğini değil de neyi yaparsa daha iyi olacağını söyleyin. Göreceksiniz ki, bunu yapabilmek için sabırlı olmak ve zamanlamaya özen göstermek zorunda kalacaksınız. Çocuğunuzun duygularının izini sürmek ve en doğru zamanlamayla, olumlu olan davranış biçiminden olumsuz göndermeler yapmadana söz etmeye çalışacaksınız. :Çocuğunuza neyin yanlış olduğunu her söylediğinizde zarar veriyorsunuz. Ve tepki pozisyonundan çıkamıyorsunuz, enerji tüketiyorsunuz. Onun yerine aynı anda değil ama daha sonra ve uygun bir eş zamanlığı izleyerek neyin doğru olduğunu söyleyin. Bunu bir hafta süreyle götürmeye çalışın.
Çocuklar ebeveynin hayır derken ne demek istediğini enerjisel olarak hisseder. Delinebilecek hayırları söylememeyi öğrendiğinizde, hayır sözcüğü büyük bir güce dönüşecektir. Ve olumsuz beyanların çok az, nadiren kullanıldığı ve kullanıldığında büyük bir geçerliliği olduğu bir dünyayı yaratacaksınız.
Bu anne ve baba olmanın erdemidir. Bu gücü elinize almadan gerçekten kutsalın emanetini koruduğunuzu söyleyemezsiniz..
Yinede dişil enerjisi dengeli olmayan, fallus enerjisi ihtiyacını bünyesinde doğurmayıp, dengesiz bir eril enerjiye yapışmakta bulan tüm kadınlar için ki çoğunluk bu durumdadır, özellikle vurgulamak istediğim şey, siz başarmadan hayatınızdaki erkeğin başarması, istisnai durumlar hariç çok zor olacaktır. Yani çoğu alanda olduğu gibi bu alanda da öncelikli sorumluluk dişil enerjiye düşmektedir.
Dünyanın geleceği, dişil enerjinin kendi içinde dengeye kavuşması ve dengeli erkekler yaratmaya başlamasıyla kurtulacaktır dersem, çok da abartmış sayılmam.
Çocuklarınıza inanın! Onlara güvenin! Bunu destekleyecek hiçbir şey yokken, tümüyle umutsuz bir manzara içindeyken onlara inanın ve güvenin. Sizden istedikleri tek şey bu.
En büyük farkı bu yaratacaktır. Hem çocuklarınız hem de sizin için.